Neredeyiz...

Neredeyiz...

Yükünü, yeni virüsumüz sayesinde azalttığımız atmosferimiz temizleniyor...
Duruluyor kendi haline bıraktığımız sularımız...
Bizim durulmamız da yakındır belki...Kim bilir...
Hepimizin dilindeki
"Doğanın kucağında olmak isteği" trendlerin peşinde koştuğumuz için mi?
Yoksa en derinimizdeki itilimimiz mi?
Algılarımızı nasıl eğip büktüğüne bir bakın dışımızdaki dayatmacı aklın.
Neyi niye hissetigimizi bize bildirecek kadar haddini aşmış...
Kafalar karmakarışık.
"Akıl nakıldır"(nakıl:engel)der bir söz.
Hangi aklın, nerede kullandığına bağlı olduğu şerhiyle katılıyorum.
Diyeceğim o ki İçimizin anlattıklarına, hakikatimize dönme itilimimizi artık duyma ve ciddiye alma zamanı.
Siz de hissetmiyor musunuz?
Üzerinde yaşadığımız dünya bize "yakamdan düş yoksa ben düşürmeyi bilirim" derken bir taraftan en temel insani hasletleri, insani sorumlulukları, gereklilikleri tek gerçekliğimiz olarak hayata geçirmek, kendimize yakından bakma cesareti gösterip kilitli dolaplarımızı açıp havalandırmak, hatta içindekileri en temel kullanımımıza eklemek gerektiğini söylemiyor mu?

İnsan ırkının çocukluk, ergenlik dönemini bitirip yetişkinliğe adım atma dönemi gelmedi mi?
Kendi sorumluluk alanında kendi merkezinde durma zamanı gelmedi mi?
Ve ne ironik... insanın her yere yayılabilme kapasitesine mukabil, haddini bilme zamanı gelmedi mi?
Nefis kesilmiş aklımızın, bizi yönetmesine daha ne kadar izin vereceğiz?

'Ben ve dışımdaki' algısı tabii ki varlığın kendilik bilincinden yola çıkarak evrim merdivenlerini tırmanırken kullanacağı bir enstrümandır ama içinde bulunduğumuz evrimsel süreçte
gelindiği varsayılan seviye itibariyle bu ikililik algısının yalnizca konsept düzeyinde varolması ama yaşamın içinde
minimal seviyede kullanılması gerekmez mi?

Bizim evrimimizden istifade ederek evrim yapmaya çalışan virusler kavramsal düzeyde din, dil,cins ayrımı, ekonomik, sosyal, külturel seviye ayrımı yapmıyor.
Çünkü bu ayrımlar varoluşun hakikatine ait değil.
Virüs, yaşamasına ve evrimine yardımcı olacak bir ortam arıyor ve üzerinde konakladığı varlığa da karşılığında kendi boyut enerjisini aşı olarak veriyor ama insan bitmeyen iştahıyla hep fazlasını istiyor ve bunu doğal yaşamın dengelerini alt-üst edeceğini bilerek yapıyor.
Sanki vermeye değil almaya programlı sadece.

Men dakka dukka...

İnsan sadece büyük kitleler ve etkilerle doğanın dengelerini bozmuyor.
Küçuk, bireysel açlıklarıyla da birbirlerinin alanlarına tecavüz ediyor.
En temel anlamda...
Maddeten değil yalnızca,
manen de...
Kadın, çocuk, hayvan haklarından, insan haklarının ihlali gibi büyük yanlışlardan bahsetmiyorum. Bu büyuk yanlışları yaratan, en hassas dengeleri ihlal etmekten bahsediyorum.
Varlığın yaşamsal alanı iletişim içinde olduğu diğerleriyle ortaktır. Aynı enerji alanında iş görür.
Ben söylediğim fazla bir söz veya yaptığım yersiz bir hareketle ya da ürettiğim denetimsiz düşüncelerle ortam dengesini bozduğumda veya kendi yalanımı yakalayamayacak kadar kendimden uzak olduğumda ya da bir başkasının yalanına bilerek
ortak olduğumda bu bir yükümlüluk yaratır.
Aslında belki de dinî anlayışta günah-sevap olarak nitelenen şey başka bir ifadesidir bu durumun.
Belki 'karma yaratma' tabiri bu dengeleri bozmayı işeret etmektedir.
Kimbilir...
Yalnız şunu biliyorum bilmeyenin yükü bilenin omzunda....
Omuzlarımızdaki yük bizi yere yıkmadan menzile varabilmemiz dileği ile...
Işıl

Yorumlar

Popüler Yayınlar