Bilmek...ama neyi?

Geçen gün oturup, şu kafa karışıklığının sebebini anlamak isteğiyle bir yazı yazmaya koyuldum...Hani şu etraftaki bilgilerin önümüze 'bul karayı al parayı' mantığıyla açıldığı çoklu gerçekliğin yarattığı karışıklığı...
Ama içinde yüzdüğüm suların beni, ait hissedeceğim bir limana taşımadığını görünce, yazmayı erteledim.
Zira yazmak istediklerim bu aidiyetin tezahürü ile de ilintili...

Bana göre olguları değerlendirirken yönlendirici faktör her ne ise, o faktör, kişinin içinde bulunduğu bilgi ve onun oluşturduğu
bilinç havuzunun bileşenlerinin bir sonucudur. Ne fazlası ne eksiği...

Dolayısıyla biz ait olduğumuz bilinç havuzu ile sınırlı bir realite idraki içindeyizdir. Bu havuza eklenen her bilgi, havuzun biraz daha büyümesini gerektirir. Fakat her eklenen su, kendi çapında anafora yol açtığı için bizim, suyun yüzeyinde kalmamızı zorlaştırır.
Dengemizi bozar.
Hasılı, her yeni veri kafamızı karıştırır.
Birer bilgisayar olmayışımız, duygusal ve duyusal öngörülemezliğimizi getirir ki bu da dosyalama bitene kadar allak bullak olmamıza sebep olur.

Gel gör ki havuzu büyütmekten kaçış yoktur.
Biriken suyun da kanalize edilmesi için yollar aranmalıdır bu arada...
Belki de gölet...hatta göl olmaya, nehirlere karışmaya, denizlere ulaşmaya doğru gitmekten başka kurtuluş yoktur bu bilgi karmaşası şeklinde tezahür eden ama aslında bizi büyümeye iten kaostan.

Bu sürecin iki etabı olduğunu düşünüyorum.
Biri buraya kadar anlattıklarım. Diğeri ise bu bilgi girişinin hazneye vardığı noktada sisteme dahil olurken yaşanan süreç.
Yani varlığın bilgiyle kurduğu ilişkiyi nereye konumlandırdığı ki genellikle sorun burada yaşanıyor.
Eğer gelen bilgiyi bünyene uyumlanacak şekilde proses, hatta damarlarında akan kan gibi homojenize edemezsen sedimente dönüşüyor ve seni gerektiği gibi besleyemiyor hatta fayda vermek şöyle dursun bünyeni zarara uğratıp hastalık olarak tezahür edebilyor.

Sana gelen bilgiyle hemhal olman, onun senin hakikatin haline gelmesi, herşeyden önce onunla organik bir ilişki kurmanla başlıyor.
O zaman, içinde eritip kendine katabiliyorsun...
Daha açık söyleyeyim.
Şu an dünyada, insanın kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi hakiki kılacak, onu somut bir alana oturtacak zihinsel, duyusal, manevi etkileşimler ki organikten kastım bu; yerini ezberlenmiş kavramlara, bilgilere kaptırmış durumda.
Kavramlar var, terimleri var ama yaşayıp, hissedip hayata geçirme ameliyesi yok.
Birinin yaşayarak ortaya koyduğu ve adını verdiği deneyimi alıyoruz, adını kullanıyoruz, hissini yaşamasak da olur. Yani bilmeyi, kuru ya da değim yerindeyse 'inorganik' hale getirdik.
Veee al sana hakikatle aranda koskoca bir boşluk...
Ve suyun dibi çer çöp.. su kirli, sen rahat... Ta ki bir gün suya yol verip başkalarını beslemek istediğinde kanalların tıkandığını farkedene kadar...
Niye bilgiyi sistemimizde homojenize edemiyoruz?
Niye onu 'bizim' yapamıyoruz?
Bilme enstrümanlarını kullanmayı unuttuğumuz icin mi?
Bence evet.
Nedir bu enstrumanlar?
Çok bildik belki ama;
Akıl ve kalp.
Ancak bu ikisine erişimin varsa bilgiyle hemhal olabiliyorsun..onu senin içinde eritiyorsun..seni de onun... Ve aslında böylelikle kendine varabiliyorsun.
Ve dolayısıyla hakikatine...
Artık hakikat ve sen birsin:))

O zaman sistemini çalıştıracaksın.
Nasıl?
Şöyle anlamaya çalışıyorum. Zihin, içine aldığın bilginin oluşturacağı düşünce nüvesinin zemini, tarla bir nevi. Akıl, işlemleri o zeminde yapıyor ki o akıl; Rüzgâr, güneş, yağmur ve gübrenin ortak çalışma sistemi. Bilgi; Tohum. Düşünsel ürün o tarlada yeşeriyor. Peki kalp ne yapıyor? O senin 'an' la bağlantın. Süreci temsil eden kalp, yani nefesin olmazsa olmazı... O durdu mu nefes de duruyor.
Bizim varoluşumuzun en temel prensibi an be an kendimizi yeniden yeniden yaratmamız. Aklın prosesini anlara taşıyan, kalbin (Kalp sözcüğünü manen, maddeten kullanıyorum.)andaki fonksiyonu.
O yüzden 'ANLAMAK ' , sözcüğun bize ifade ettiği gibi ancak ve sadece anda gerçekleşiyor.

Bir hali(bilgiyi) kalple anlamak için (sadece zihinle değil) hazinende "karşılık" bulması gerekiyor yoksa kalp(sahte) para gibi değersiz, işgörmez, satınalma gücü olmayan bir kağıt parçasını istiflemiş oluyorsun. Ki o "karşılık"; yaşanmışlık, ibret, ayna nöron fonksiyonu, genetik kayıt...vesairedir....Dolayısıyla eş zamanlı bir ortak çalışma yürütüyor kalp ve akıl. Yani aklınızın verdiği yanıtı kalbiniz, kalbinizin verdiği yanıtı aklınız onaylıyorsa hakikati içinde bulunduran hazine sandığı açılıyor..Tarladaki buğday başaklarının içi doluyor...

Banka kasaları vardır ya hani kiraladığımiz, işte onlar gibi çift anahtar aynı anda işlem yapıyor. Başka türlü açılmıyor kasa, hazine sandığı, hakikat, sen, bilgi...adına ne dersen artık....

Bu çağ 'bilgi çağı' olarak adlandırılıyor aynı zamanda. Ama sanırım bizim 'bilme' anlayışımız hata sinyali veriyor...Çünkü güneşin, toprağın, yağmurun, tohumun, zamanın akışının birlikteliğinin ne anlama geldiğini, ona emek vererek tohumları yeşertmenin ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Ve hala başkasının anahtarıyla kendi kasamızı açmaya çalışıyoruz.

Işıl
Mayıs '20
Teşvikiye

Yorumlar

Popüler Yayınlar