Yaşam dengeler manzumesi

Yaşam bir dengeler manzumesi...


"Men dakka dukka"  diye bi' söz vardır Arapça'dan gelme...
Kapıyı çalanın kapısı çalınır manâsında...
Daha önce duymamış olanlarınız için...
Hikayesini şöyle bir alıntıyla aktarayım;
"Halife Harun Reşit’in bir bahçesi varmış. O bahçesinde de çok sevdiği bir de gül fidanı. Bir gün bahçıvanına şöyle demiş: “Bu fidana gözün gibi bak! Güzel bir gül tomurcuklanıp da açıldığında bana haber ver.” Bahçıvan geceleri bile gider, kontrol edermiş fidanı. Bakışlarından bile sakınır, üzerinde titrermiş. Geceleri rüyalarına girdiği bile olurmuş. O da sevmeye başlamış fidanı. Tomurcuklar çıkmaya başlamış. Hele bir tanesi varmış ki, diğerlerinden çok daha güzelmiş. O güzelim tomurcuk açmış ve insanın bakmaya kıyamayacağı kadar güzel bir gül oluvermiş.

Bahçıvanın kalbi pır pır atmaya başlamış, içi içine sığmaz olmuş. “Hemen gidip halifeye haber vermeliyim” diye düşünürken, kuşun birisi o gülün üzerine konup başlamaz mı yapraklarını gagalamaya! Bahçıvan bağırmış kuş kaçsın diye. Yerinden ok gibi de fırlamış. Ama nafile! Mahvolmuş o nadide çiçek. Nasıl haber versin halifeye? Nasıl izah etsin? “Yalan söylemiyorum ya,” demiş bahçıvan. “Gider anlatırım durumu olduğu gibi.”

Varmış Harun Reşit’in huzuruna. Anlatmış durumu gözyaşları içinde! Halife büyük bir olgunluk içinde dinlemiş ve tek bir cümle sarf etmiş: “Men dakka dukka!”

Ayrılmış huzurdan bahçıvan. Aradan zaman geçmiş. Bir gün görmüş ki, o kuş bir yılanın ağzında can vermiş aynı bahçenin içinde. “Allah’ım sen ne büyüksün” demiş ve soluğu halifenin yanında almış. Durumu anlatmış. Halifenin dudaklarında yine aynı cümle: “Men dakka dukka!”

Aradan bir süre daha geçmiş. Bahçıvan bahçede yürürken o yılan ayağına dolanmaz mı? Kendisini sokacağından korkan bahçıvan, kafasını bedeninden ayırıvermiş yılanın elindeki kürekle. Gene halifenin yanına koşmuş. Anlatmış durumu ve gene aynı cevabı almış: “Men dakka dukka!”

Eyvah demiş bahçıvan! Edip de bulma sırası bana geldi! Gerçekten de öyle olmuş. Bir zaman sonra, bahçıvan hiç istemeden kendisinden beklenmeyecek kötü bir iş yapmış. Halife de onu cezaya çarptırmış. Çarptırılmış çarptırılmasına, ama gel gelelim bizim bahçıvan yerinde duramaz, zıplar durur, bas bas da bağırırmış. Bir tek şey istermiş ısrarla: Halifeyle acilen görüşmek!

Ne dedilerse olmamış ve sonunda çıkarmışlar halifenin huzuruna: “Sana haksız bir ceza verildiğini mi düşünüyorsun?” demiş halife, “Hayır” demiş bahçıvan. “Benim derdim o değil. Ancak bana bunu reva gördüğünüz için, ettiğini bulma sırası size de gelecek. Onu hatırlatayım dedim… Men dakka dukka..."

Belki burada anlatılan döngü, her yaşananın bivesile dengelenmesini sağlayacak olaylar silsilesinin- birbirinden bağımsız gerçekleşse bile- bir bütünün işleyişine hizmet ettiği, bundan doğacak etkilerin dışında kalabilmek için insanın yapıp ettiklerine dikkat kesilmesi, adaleti elden bırakmaması gereği üzerine kurulu...Ve seni seninle baş başa bırakarak doğruyu bulmanı sağlamak aslolan...fakat adı üstünde 'Döngü'... sonu ve dolayısıyla başı da olmayan...

Bu ne demek?

Sonsuzdan gelip sonsuza  giden bir
'Şiir'in' içinde an be an varolan uyumu
gözlemlemek, hissetmek, yaşamak, sürdürmek...
Yaşam seni sarmalarken, sen de yaşamın içinden geçmektesin...
Ve fakat onun içindeki 'Sen' in buradaki varlığın sonlu. O ise sonsuz. Ve senin payına düşen kadarı içinde bir denge kurmak gereğindesin. Bu da senin kabınla yani buradaki varlığının müktesebatıyla sınırlı ve vicdan, senin içindeki en sağlam terazi bu arada...

Oysa varoluşun bütünsel dengesi her zaman bir sonraya kalan, bir fazlayla atılan her bir enerji tohumunun potansiyeline bel bağlar...
Denge, dengesizlik üzerine kurguludur, sen ben kalmayana, karşıtlıklar varolmayana dek...

O da başka bir sonsuz döngünün içindeki sonludur belki de...

Ama demin dediğimi baska türlü ifade edersem; İnsan olmak, bu kurgudaki payını görmeni, kendini ve olan biteni deşifre ederek yol almanı hedefleyen bir oyunda rolünü üstlenmeni gerektiriyor sanırım... 



Yorumlar

Popüler Yayınlar