Ekrem Akurgal

 






Roma imparatoru Augustus'a atfen "Caesareia" adıyla kurulmuş bir antik kent yakınlarında, bugün İsrail, o gün Osmanlı toprağı olan Hayfa'ya bağlı Tulkarem'de doğar Ekrem Akurgal.
1911 baharında annesi, onu dünyaya getirmek üzere İstanbul'dan kalkıp, adı geçen yerleşimin yakınındaki, baba toprağı olan çiftliğe, ailesinin yanına gider, oğlunun geleceğini kurgularcasına.
Akurgal, anılarında sözünü ettiği bu durumun rastlantısal olduğunu bir  pozitif  bilimci olma itilimiyle ifade etse de bu tesadüfü ilginç bulduğunu söylemeden edemez.

İki yıl sonra paytahta dönülür ve   doğum yeri, nüfusa "İstanbul" olarak işlenir. 1917 de aile bu kez Adapazarına yerleşir. O da  7 yaşında, eğitimi için  İstanbul'a halasının yanına gönderilir. Mercan Sultanîsi, Vefa Ortaokulu, İstanbul Erkek Lisesi derken üniverste yaşamı başlar hukuk ögrenciliği ile. Ama bu arada Atatürk'ün tarih tezini tam anlamıyla hatmetmiştir.
Ata'yı yakinen görmüş ve onun yoğun etkisi altında kalmış olması da, tarihe olan merakının yanısıra onun tarih tezini bu denli ilgiyle araştırmasında etkin rol oynar.
Başarılı geçirdiği İstanbul Erkek Lisesi öğrenciliği onu, gelecekteki başarılarına açılacak olan Avrupa eğitimi kapısına kadar getirir.
Sınavlara girmek üzere seçilip,
Berlin'de arkeoloji eğitimi için Türk öğrenciye ayrılmış tek kontenjanı kazanınca sekiz yıllık Avrupa eğitimi dönemi başlar. Hititceyi Hans Ehelolf'tan büyuk ilgiye öğrenir ama esas eğitimi arkeoloji olması itibariyle sekiz yılını yoğun olarak, hocası Gerhard Rodenwaldt'la geçirir.
Bu arada önce Zantoch ta Ostgotlara ait M.S. 6.-7. y.y. lara tarihlenen prehistorik!!! (Medeniyet el değiştirmeden önceki Avrupa seviyesini görmek açısından buraya ekledim.) bir yerleşimdeki kazı çalışmalarına katılır. 1935 yazı geldiğinde  bu kez medeniyetın ilk eli olan Anadolu'da kazılarda bulunmaya başlar Prof. Afet İnan'ın önayak olmasıyla.

SOYADI KANUNU
1935 in önemli bir başka hikayesi de; O yıl soyadı kanunu çıkınca,  Sümerce "Büyük su ülkesi" anlamına gelen ve M.Ö. 3 bin başlarında yaşamış bir Sümer kralının adı olan "AKURGAL" ı soyadı olarak almış olmasıdır.

NAZİLER, lI. DÜNYA SAVAŞI
Berlin yıllarından bir anekdotu daha buraya not düşmeden geçmeyelim.
1939 senesi...3. Klasik Arkeoloji Kongresi tüm hızıyla sürerken Hitler'in Polonya' yı işgali söylentisi,
toplantının nerdeyse dağılmasına sebep olur. Katılımcıların ayrılmaları, Türklerin apar topar ülkelerine dönmeleri...
Tabii Türkiye'nin savaşa girmeme kararı ve öğrencilerin yeniden Almanya'ya çağırılması eski düzene dönülüyor gibi hissettirse de, bu dönem dünya için bir dönüm noktası teşkil eder, bizzat oyuncusu ve tanığı olduğu bir dönüm noktası...

1940 senesinde Bu kez ülkesine temelli dönüp 1941 de görevini alır. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya  fakültesinde asistanlık, ardından doçentlik...Bu arada II. Dünya savaşının yansımaları...Nazi saldırısı tehlikesine karşı teyakkuz ve  dolayısıyle 32 aya uzayan askerlik...

EVLiLiK, KARİYER
Yaşama bakışını, eğitim anlayışından, mesleğine bakışından çok da ayrı bir yere koymak onun kökenindeki disiplin, mükemmeliyetçilik, emeğin kıymeti gibi değerlerinin hakkını tam anlamıyla verememek olurdu. Kaldı ki 1944 yılında "eşlik" kriterlerini karşılayan modern, donanımlı, dil bilen, meslek sahibi, zarif bir Cumhuryet kadını olan Lemis Baykan ile yaşamını birleştirmesi onun bu anlayışının yansımasıdır.
İki oğulları olur.
Lemis hanım 1985 de erken yakalandığı alzheimer hastalığı sonucu vefat eder. Geride bıraktığı yararlılıkların, 
bir aydın türk kadınının eşi olarak Akurgal'ı  ne derece gururlandırdığı, anılarındaki aktarımlarında ziyadesiyle hissedilir. İkinci eşi de yine bir bilim insanı olan Merâl Manyas'tır. Ve aynı zamanda, ileriki yıllarda çalışmalarının bazılarını devrettiği meslektaşıdır.

Akurgal'ın, arkeoloji bilimine adadığı yaşamının doluluğu, onun Hattilerden, Hitittlerden başlayarak
Klasık arkeolojinin köşe taşları olan Batı Anadolu antik yerleşimlerinde yaptığı kazılar sonucu oluşan bilimsel bilgi dağarını dünyaya armağanı olarak tezahür etmiştir.
Sadece kendi başkanlık ettiği kazıların değil, aynı zamanda, yetiştirdiği ve görevler verdiği, pek çoğunun benim de hocam olmuş olmasından gurur duyduğum çok değerli bir çok bilim insanının çalışmalarının silsilevi  mükellefidir.
Hocaların hocası odur. Ankara' da DTCF de arkeoloji ana bilim dalının kurulup büyütülmesi, gerek kütüphanesi, gerek yayınları, gerek kazı çalısmaları ve gerekse yukarıda bahsettiğim hocaların yetişme süreci olsun, hep onun kendini adayarak yarattığı dönuşümlerdir.
Dünya çapında bir bilim insanı olmanın ilk adımı, sağlam bir zeminde, kendine inanarak atılıyor belki de. Geleceğin her bir yapı taşını özenle yontmak gerektiğinin bilinciyle aynı zamanda.
Atatürk devrimleriyle kazandığı gelecek ve Osmanlı köklerinden aldığı gelenek, onun bütünlüklü anlayışını yaratırken;
düşün ve bilgi zenginliği, azmi ve çalışkanlığı, insanlığın hafızası olan Anadolu medeniyetlerine ait değerlerin korunarak bugünlere aktarılmasında şüphesiz büyük katkı sağlar.

KAZILARI
Öğrencilik döneminden başlayan,  Aiol ve İonların Anadolu'ya göçüşlerine ilişkin merakı, onun Anadolu'daki Helen kentlerini  inceleme isteğini kamçılamış ve böylelikle 1943 yılından başlayarak Bayraklı kazısı başta olmak üzere, Erythrai, Pitane, Foça kazılarını gerçekleştirmiştir. Yanısıra Kyzikos, Daskyleion, Kyme ve Sinop' da sondaj kazıları yapmıştır. Selçuk' daki St. John kilisesinin restorasyon projesinin öncüsudür.
Daha sonra bu çalışmalarla ulaştığı bilgileri, bir çoğu yabancı yayın olan kitapları ve makaleleri ile Dünya arkeoloji bilimine hediye etmiştir. Pitane kazılarında en büyuk Arkaik Hellen nekropolünün bulunması, Bayraklı, Foça ve Erythrai da, o döneme kadar rastlanan en eski Athena tapınaklarının ortaya çıkarılması, Miletosun öncülü kabul edilebilecek; Bayraklı Höyüğündeki şehir planı, önemli sonuçların sadece bir kaçıdır.
Çok sayıda ülkenin üniversitesinde bilim kurulu üyesi, misafir öğretim üyesi olmuştur. Çeşitli fahri doktora unvanları ile sayısız nişan ve ödüllerin haklı taşıyıcısıdır.


Gençlik yıllarından itibaren sosyal ilişkilerini yürütme biçimi yine yaşama, bilime, hocalığa bakışıyla paraleldir.
Öyle ki tüm ilişkilerini oturttuğu zemin, bütüne yararlılık üzerinden kurgulanır. Örneğin öğrencileri bölüme kabul edişinde şekilci ve seçkinci olarak tanımlanabilecek yaklaşımı aslen tamamiyle kültürel aktarımın en üst seviyede sağlanabilmesine yönelik bir operasyondur. Temsiliyeti, görsellik kapısından başlatıp içerik doluluğu ile sürdürmeyi sağlayacak bir seçim. İyi bir aile görgüsü ve kültür altyapısı arar adaylarda. Ona göre, dil bilmek ve sanata değer vermek olmazsa olmazıdır bu bilimi sürdürmenin. Hiç romantik değil aksine oldukça pragmatiktir yaklaşımı. O yüzden de oldukça dikkatli inceler çevresindekileri. Güçlü hafızası tüm bu operasyonun süreğenliğini sağlayan ögelerdendir.
Benim onunla bu bağlamdaki anım; Öğenciyken, Bayraklı kazı evini ziyaretim sırasında aramızda geçen diyalogda benimle daha önce tanışmış olduğunu söylemesi, benimse  heyecandan; hayır deyip, sonradan hatırladığım; Efes antik tiyatroda Osmanlı hanedanından pek çok kişinin de yeraldığı, güneşin batışının birlikte izlenip, kadehlerin kalktığı o akşamüzeri anısında, onun hafızasına girmiş olmamın  bende yarattığı şaşkınlıktır.
Bazı varlıklar ışık huzmesi gibidir; Yaşamları  an kadar kısa  olsa da bu varoluşta, yansımalarıyla  dünyamızı aydınlatır ve yollarına devam ederler. Bize de şükranla izlemek düşer ışımalarını, idrakimiz ölçüsünde...(1911-2002)

Yorumlar

Popüler Yayınlar